5 Ocak 2010 Salı

Bahaeddin Veled’in Belh’ten Ayrılışı

Böyle bir ortama sahip olan Belh şehrinde huzur 1200’lerin başı itibariyle bozulmaya başlamıştır. Şehir 1198’de Gurluların bundan 8 yıl sonra ise Harizmşahların eline geçmişti. Bu sıralarda ise gittikçe büyüyen bir Moğol istilası tehlikesi mevcuttu.[1] Bunlara ek olarak Belh’te Bahaeddin Veled ile Fahreddîn-i Râzî arasında bir anlaşmazlık da söz konusuydu. Rivayete göre Bahaeddin Veled, derslerinde Fahreddîn-i Râzî gibi İslâm felsefecilerini İslâmiyette olmayan kavramlara iman etmekle suçlamıştı. Bunun üzerine Fahreddîn-i Râzî, kendisini sultan Muhammed Tekiş’e şikâyet ederek, tahtta gözü olduğunu söylemiştir. Belh’te oldukça saygın ve etkili bir çevresi olan Bahaeddin Veled bu duruma oldukça üzülmüştür. Sultan Muhammed Tekiş, Bahaeddin Veled’e bir mektup yazarak şöyle söyler: “Eğer Belh diyarının taht ve tacını istiyorlarsa, bugünden itibaren padişahlık kendilerinindir. Ben dahi başka bir diyara gitmek için izin talep ederim. Çünkü bu ülkede iki padişah olmasa gerektir.” Bu sözlere cevaben Bahaeddin Veled ise şöyle yazar: “Yüce sultanımıza arz ederiz ki bu fâni cihanın tâc u tahtı ancak padişah içindir. Bize asker, hazine ve saltanat gerekmez. Göç ise ancak gönül ehli ve Allah makbubu dervişler olan bizlere yaraşır. İzin verilsin, gönül hoşluğu ile sefere çıkacağız.” İşin realite bölümü ise daha çok yaklaşan Moğol tehlikesi ve Muhammed Tekiş’in Bağdat halifesi ile arasının bozulmuş olmasında aranmalıdır.[2] Tüm bunlara biaen Bahaeddin Veled’in Belh’ten 1212 -1213 (H. 609-610) yılları arasında ayrıldığı yönünde genel bir kabul vardır. Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre ise Bahaeddin Veled’in Belh’ten ayrılış tarihi 1221 (H. 618)’dir.[3]

Bahaeddin Veled Belh’ten ayrıldığında yanında ailesinden Belh emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun, büyük oğlu Alâeddin Muhammed ve küçük oğlu Celaleddin Muhammed (Mevlâna) olduğu bilinmektedir. Bunların dışında yanında müritlerinden kendine yakın gördüklerini de almıştır. Göç güzergâhı ise Nişâbûr, Bağdat, Kûfe üzerinden hac vazifesini yerine getirmek için kutsal topraklara doğru olmuştur. Ardından da Diyar-ı Rum yani Anadolu’ya yönelmiştir. [4]


[1] A. Karaismailoğlu, Mevlâna, http://akademik.semazen.net/article_detail.php?id=58 (14 Mart 2007)

[2] Ahmet Kabaklı, Mevlana, Toker Yayınevi, İst., 1972, s. 14-18.

[3] Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna Celâleddin, İnkılap Kitabevi, Ank., 1999, s. 42.

[4] Ahmet Kabaklı, Mevlana, Toker Yayınevi, İst., 1972, s. 19.

0 yorum: