Mevlâna Celaleddin Rumî’nin gerek nazım gerekse nesir de Farsça kullanmasının en önemli nedenlerinden biri de öncelikle aile çevresinden başlayarak öğrenimini bu dille görmüş olmasıdır. 13. yy. Anadolu’sunda yaşamış ümmetçi anlayışın var olduğu bir dönemin aydını olarak bu gayet doğal bir davranıştır.[1] Mevlâna, aldığı üst düzey eğitim sayesinde Arapça ve Farsça dillerine oldukça hâkimdir. Bunların yanı sıra Rumca ve Yunanca da çok iyi bilmekteydi. O’nun bu kozmopolit dil yelpazesi eserlerine de yansımıştır. Farsça yazdığı şiirlerinde Türkçe, Arapça, Rumca kelimeleri sık sık kullanmaktan çekinmemiştir. Sadece Rumca yazdığı şiirlerinde ise Vladimir Mirmiroğlu’na göre 13.yy. halk Rumcasının özelliklerini taşımaktadır. Zaten Mevlâna hangi dile yazarsa yazsın hep halkın anlayabileceği bir tarz kullanmaya özen göstermiştir. Şiirlerinde de nesirlerinde de halkla konuşur gibidir. Kullandığı atasözleri, mecazlar ve her türlü söz varlığı döneminin ağır Farsçasının çok uzağındadır.[2] Verdiği eserlere baktığımızda ise İslâm inancını söz, fikir, şiir ve raks ile birleştirerek onu adeta bir opera haline getirdiğini görmekteyiz. İşte Mevlâna’ya ölümsüzlüğü getiren ve onu halkla bütünleştiren de bu anlayıştır.[3]
[1] Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, 12. Baskı, Ank., Akçağ Yay., 2006, s. 55.
[2] Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna Hayatı ve Eserlerinden Seçmeler, 2. Baskı, Varlık Yay., İst., 1958. s. 39-41.
[3] Ülken, Hilmi Ziya, “Mevlâna ve Yetiştiği Ortam”, Bildiriler (Mevlâna’nın 700. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla Uluslararası Mevlâna Semineri, 15-17 Aralık 1973 Ankara), Hz. Mehmet Önder, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1973, s. 240.
0 yorum:
Yorum Gönder